Arama Sonuçları

Programlar

Şampiyon

“Kafkas” lakaplı Fırat Bölükbaşı gelecek vadeden genç bir boksörken hayatının fırsatı ayağına gelir. Ringlerin namağlup şampiyonuyla maça çıkma imkanı yakalayan Kafkas, o gece ringe değil yaşamının en karanlık dönemine adım attığını bilmemektedir. Ringte rakibi karşısında maçı kazansa da hayatın karşısındaki maçı kaybeder Fırat… İstemeden rakibinin ölümüne neden olan Kafkas, şampiyonluk kemerini kazanmış ama adını, hayallerini, cesaretini, mesleğine duyduğu aşkı ve hamile karısını yitirmiştir aynı gece. Omzunda her geçen gün büyüyen vicdan azabının yükü, kucağında yeni doğan oğlu Güneş’le kalakalmıştır Kafkas. Güneş 7  yaşına geldiğinde, kaderi onu yeniden çağırır ringe. Üstelik bu ring bildiği ringlerden çok daha büyük, bu defa çıkacağı maç alıştıklarından çok daha zorludur. Tutunacağı tek dalı olan oğlu Güneş’e, annesinden amansız bir hastalık miras kalmıştır. Oğlunu yaşatmak için çıktığı hayat ringinde, en büyük açığı da vicdan azabıdır. Hayat oğlunu elinden almak için hiçbir rakibinin vuramadığı kadar hızlı ve acımasızca vurur Kafkas’a. Geçmişi, vicdan azabı, çaresizliği art arda yüzüne inen yumruklardan daha çok sarsar Kafkas’ı. Hayatın vurduğu yumruklara karşı bir tek gardı vardır: Oğluna duyduğu sevgi ve onu yaşatma azmi… Hayatla maçını 5 yıl önce kaybeden Kafkas’ın rövanşı kaybetmeye niyeti yoktur! Canı ne kadar acırsa acısın, mecali ne kadar tükenirse tükensin yıkılmaz “Şampiyon”! Aynı sözü tekrarlayarak dikilir hayatın karşısına! "Şampiyon" TRT AVAZ'da.

Son Güncelleme: 17 Ocak 2023 11:31

Bir Ada İki Göç

Göç ederken insanlar, kendilerini sarıp sarmalayan doğayı, toprağı, kültürü geride bırakarak yola koyulurlar. Hem geride kalan hayatın hüznü hem de yeni bir başlangıcın heyecanı vardır içlerinde... Bir acıklı yol hikayesidir göç. Bavullara büyük hatıraları, yitik düşleri, parçalanmış umutları doldurup yollara düşmektir. 

            Yıl 1947, Trabzon'un sahil ilçesi Sürmene... Devletin, kimine göre  nüfuslandırma kimine göre Türkleştirme politikası kapsamında, Sürmene'nin Balıklı ve Baştımar köylerinden 15 aile Gökçeada'ya göç eder. Topraklarının dağınık, engebeli oluşu ve sürekli heyelana maruz kalması, bu ailelerin göç kararını almalarında etken olur. Ve içlerinden yıllarca söküp atamayacakları bir acıklı göç hikayesinin baş kahramanları olarak bir bilinmeze doğru yollara dökülürler. Bu yolculuğun öyle yaylaya göçmek gibi olmadığını anlamaları uzun sürmez. Devlet güvencesi altında olduklarını düşünen Sürmeneli göçmenler, başka bir iklime, başka bir kültüre,  başka bir geleceğe doğru yelken açarlar. Ancak kayıklarla adaya çıktıklarındaysa Gökçeadalı Rumların tepkileriyle karşılaşırlar. İki tarafın karşılıklı önyargıları ortadan kaldırmaları biraz zaman alır, ama zamanla iki toplum bir arada yaşama kültürünün örneğini oluşturur. O tarihten sonra Gökçeada Türkiye’nin dört bir yanından sürekli iç göç alır.  

 Yıl 1973, Trabzon’un küçük ilçesi Çaykara’nın en büyük köyü Şahinkaya…Karadeniz’de bitmek bilmeyen heyelanlar ve afetler nedeniyle sürekli göç veren bir köy. Şahinkaya köyünden 61 hane, 1400 km. uzağa Gökçeada’ya yerleştirilmek üzere, büyük bir devlet töreniyle kemençe ve horon eşliğinde uğurlanır.  Adada sonradan geldikleri köyün adını alacak olan bölgeye yerleştirilirler. Her şey ilk göçten daha kolay ilerlemektedir. 
Bir ada iki göç… İki göç arasında geçen 26 yıl… İlk göç sarsıcı etkiler bırakırken, ikinci göç en iyi şekilde organize edilmiş, devlet bir nevi geçmişin hatalarını düzeltme çabası göstermiştir. 

Biz, göçü hep tek taraflı olarak, yani adalı Rum halkın cephesinden-gidenlerin çerçevesinden  gördük, duyduk ve izledik. Evet, yaşananlar acı ve yüz kızartıcıydı zaman zaman. Ama adaya göçenlerin yani gelenlerin cephesinden hiç dönüp bakmadık. Hele de aynı bölgeden Karadeniz’den 1400 km. uzağa nasıl, hangi koşullarda göçmüştü bu halk? Yaylalardan yayılan orman gülünün kokusunu almadan, kemençe sesi duymadan, derelerin çağıltısını hissetmeden geçen yıllara rağmen  Karadenizli kimliğini korumaya çalışan yeni ada sakinleri …
    
    BİR ADA İKİ GÖÇ belgeseli, Karadeniz'den Gökçeada'ya uzanan kimi zaman hüzünlü, kimi zaman eğlenceli, kimi zaman da coşkulu iki göçün hikayesini kahramanlarının ağzından anlatmaktadır. 
 

Son Güncelleme: 05 Temmuz 2018 15:15

Ev Sineması Kuşağı "Saruhan"

17. Yüzyılın başlarıdır. Gelecekte padişah olacağı kesinleşmek üzere olan Şehzade, Saruhan sancağına doğru yola çıktığı sırada, Saruhan'da bir cinayet işlenir. Saruhan'ın önemli kişilerinden Salih Ağa'nın oğlu Yusuf bir handa öldürülür. Saruhan Kadısı, bu cinayeti çözmek için İstanbul'dan tanıdığı Defterdar katibi Selim'i görevlendirir. İstanbul'da Yeniçeri ağası Bekir'in idam edilmesine sebep olan Selim'in bu göreve atanması Yeniçeri Ağa'sı Arif'i hiç memnun etmez, ama engellemeye de gücü yetmez. Diğer taraftan şehzade ve onunla gelen Deli İzzet Paşa, Saruhan'a gelmeden cinayeti çözmek zorundadırlar.Arif ve Selim cinayeti kimin işlediğini araştırmaya başlarlar ve olayın ne kadar karışık olduğunu görürler. Handa konaklayan Venedikli kıyafeti içinde Sırpların odasında bulunan zehir başka bir planın yapıldığını göstermektedir. Selim ilk tahkikatların sonunda Handa bulunan Venedik kıyafetli Sırpların, bir casus olan Safevi'nin, Hana abisi ile geldiğini söyleyen Pandora'nın ve hancının dolaylı olarak işbirliği yaptığını çözer. Araştırma derinleştikçe Selim cinayeti, Maktulün kardeşi İbrahim'in işlediğini delillerle ortaya çıkarır, İbrahim idama mahkum olur.İbrahim idama doğru giderken Selim'in İstanbul'a yolladığı yardımcısı oradan yeni bilgilerle gelir ve Selim yanlış kişiyi idama gönderdiğini anlar. Selim şimdi hem İbrahim'i idamdan kurtarmak hem de asıl katili bulmak zorundadır ve sadece bir kaç saati vardır. 

Son Güncelleme: 09 Şubat 2018 13:02

Mevlana

“Ne düşünürsen savaşa dair, ben ondan uzağım, çok çok uzaklardayım. Ne düşünürsen aşka dair, ben işte oyum, yalnızca oyum, tümden oyum ben.” Mevlana TRT’den, Mevlana’nın 800. doğum yılı kutlamaları kapsamında özel bir belgesel… “Mevlana Celaleddin Rumi”… Mevlana gibi büyük bir düşünürün, onun zaman ve mekan ötesi güçlü mesajının peşinde herkesi şiirselliğin ağır bastığı görsel bir şölene davet eden yapım; aynı zamanda bu mesajın günümüz insanındaki karşılığını da ihmal etmiyor. İster “Rumi” ister “Balhi” ister “Mevlana” olarak anılsın değişen isimlerin değişen dillerin arkasında hep “O” vardı. Bu belgesel; batıda, doğuda ve onu Mevlana yapan Anadolu’da, Mevlana’nın izlerini aramanın ve ulaşılan farklı bakışların ışığında O’nu yeniden keşfetmenin hikayesi... Bilindiği gibi, Mevlana Amerika’da kitapları en çok satan şair olarak tanınıyor ve hakkında hemen hemen her dilde sayılamayacak kadar çok yayın var. Bu büyük düşünürün farklı coğrafyalarda neden bu kadar çok okunduğu ve sevildiği sorusu her zaman kafaları kurcalamıştır. Bu soru, belgeselin ana fikrini oluşturuyor ve belgesel, Mevlana’nın günümüz insanı için ne ifade ettiğini araştırıyor. “Farklı dil, din ve ırktan insanları bir noktada buluşturan nedir?”, “Bu aşk felsefesi günümüz modern insanında hangi ihtiyaca karşılık geliyor?” gibi soruların peşine düşen yapım ekibi, Mevlana’yı Mevlana yapan Anadolu topraklarından başlayarak Afganistan, İsviçre, Hollanda, Almanya gibi ülkelerdeki mevlevilerle, uzman ve araştırmacılarla konuşarak yanıt aradı. Bu görüşmelerde, onlardan hayata dair anlam arayışlarının sebepleri ve Mevlana’da buldukları cevaplar üzerine etkileyici hikayeler ortaya çıktı. İkinci etap olarak gidilen Afganistan’da, Mevlana’nın doğduğu Belh şehrinde çekimler yapıldı. Mesnevi oralarda “Farsça Kur’an” olarak anılıyor ve mevlide benzer şekilde, Mesnevi okuma/okutma geleneği var. Projenin yurt içi çekimleri, ömrünün üçte ikisini geçirdiği Konya’da ve ayrıca İstanbul’da gerçekleştirildi. Projenin danışmanlığı ise, Mevlana’nın 22. kuşak torunu olan Faruk Hemdem Çelebi ile Selçuk Ünv. Mevlana Araştırmaları Merkezi Başkanı Yrd. Doç. Dr. Nuri Şimşekler’e ait.

Son Güncelleme: 28 Nisan 2017 03:50

Haberler