Arama Sonuçları

Programlar

Yalaza

49 yaşında, Taraklı doğumlu marangoz İbrahim Akartürk. Dört yetişkin kızını, afacan küçük oğlunu, bunamaya başlamış bir türlü ölmeyen babasını ve evin etrafında kasap kedileri gibi dolanan damat adaylarını saymazsak, pek bir sıkıntısı yok. Ta ki, hayatının o “en önemli gün”ü gelene kadar. Karısını kaybedeli 10 sene olan İbrahim, babasının ve ahalinin zoru ile, sevmediği bir kadına, Nalan’a talip olur. Ancak, hayatı yemek tenceresinden gören Nalan’ın ikram ettiği bir mantar, İbrahim’teki bir alerjik reaksiyonu tetikler, geçici bir felç durumu yaşar. Üstelik tam da o anda, Taraklı’ya henüz gelen Alev, arabasıyla İbrahim’e çarpar. Öldü sanılan İbrahim, tezcanlı hemşehrilerinin gazıyla musalla taşına konur. Bu, İbrahim’in öldüğü gündür! Ama aynı zamanda dirildiği gündür bu: çünkü Alev’i yıllar sonra ilk defa o gün görür. Hayatının aşkı, yaşamadığı her şeyi simgeleyen, yeni bir soluk, yeni duygular ve yaşamak için yeni bir sebep. İbrahim’in hayatı, bir daha asla eskisi gibi olmayacaktır. Basit bir marangozdur, ama şimdi organik tarım yapan, laptopundan tarım borsasını izleyen bu şehirli kadına aşıktır. Dört yetişkin kızı, üç uçuk damat adayı, ikide bir karakollardan topladığı bunak babası, ele avuca sığmaz küçük oğlu ve peşini bir türlü bırakmayan Nalan. Taraklı’lı bu “Çağdaş Nasrettin Hoca”nın etrafında da çılgın bir topluluk var: Alman kahveci Helmut, Deli Kezban, Milliyetçi Fatih Weissmüller… Mafyacılık oynayan Oral Abi, yardımcısı İsmail… Postacı Asil… Kazıkçı arsa spekülatörü Yaşar… Falcı Nazmiye ve diğerleri… İbrahim’in başına gelen, “pişmiş tavuğun başına” gelmeyecek ve bu çılgın korodan, insanın kanını kaynatan bir ritm çıkacak: YALAZA!..

Son Güncelleme: 12 Eylül 2018 09:54

Halil İnalcık Hakikate Adanmış Bir Ömür

6 Eylül 1917… Akşamüstü… İstanbul… Bir patlama sesi duyulur. Arkasından ikincisi: Haydarpaşa Garı bombalanmıştır. Basına uygulanan sansür nedeniyle, ne ölü sayısı tam anlaşılır, ne de olayı kimin yaptığı… Halk arasında, garı İngiliz savaş uçaklarının bombaladığı söylentisi yayılır. Dönemin hükümeti İttihat ve Terakki suskundur. Trajedinin ortasındaki bu suskunlukta, patlama sesleriyle sarsılan Kızıltoprak’taki bir köşkte o gün, uzun ömrü boyunca tarih konuşacak, bilinmeyenleri bilinir kılacak bir çocuk dünyaya gelir. O çocuk, Halil İnalcık’tır. Tüm ömrünü hakikati aramaya adayan Halil İnalcık.


İnalcık, gerçek doğum günü tarihini, ancak 86 yaşında, Emine Çaykara, kendisinin biyografisini yazarken öğrenecektir. Çünkü I. Dünya Savaşı’nın sürdüğü amansız günlerden birinde, bir Osmanlı olarak doğan İnalcık’ın doğum tarihinin not edildiği Kuran-ı Kerim kaybolmuş, İnalcık da, doğum tarihi sorulduğunda bilmiyorum demek gülünç olacağı için, kendine- içinden geldiği gibi- yeni bir doğum tarihi belirlemiştir: 26 Mayıs 1916
Mayıs, ayların en güzelidir İnalcık için. Fransız romantiklerinden Alfred de Musset de, en sevdiği şairlerden. Musset’nin “Le Nuit de Mai” yani “Mayıs Gecesi” şiirinden ilham alarak, 26 Mayıs’ı seçer doğum günü olarak… 86 yaşına kadar da, hep o gün kutlar doğum gününü… Sonrasında ise, arkadaşları, öğrencileri, meslektaşları, hocaların hocasına, tarihçilerin kutbuna, yılda iki kez, hem 26 Mayıs’ta hem de 6 Eylül’de sarılırlar ve “ İyi ki doğdun” derler.


İyi ki doğdun İnalcık!


Halil İnalcık “Hakikate Adanmış Bir Ömür” TRT AVAZ'da...

Son Güncelleme: 11 Eylül 2018 11:41

Bir Ada İki Göç

Göç ederken insanlar, kendilerini sarıp sarmalayan doğayı, toprağı, kültürü geride bırakarak yola koyulurlar. Hem geride kalan hayatın hüznü hem de yeni bir başlangıcın heyecanı vardır içlerinde... Bir acıklı yol hikayesidir göç. Bavullara büyük hatıraları, yitik düşleri, parçalanmış umutları doldurup yollara düşmektir. 

            Yıl 1947, Trabzon'un sahil ilçesi Sürmene... Devletin, kimine göre  nüfuslandırma kimine göre Türkleştirme politikası kapsamında, Sürmene'nin Balıklı ve Baştımar köylerinden 15 aile Gökçeada'ya göç eder. Topraklarının dağınık, engebeli oluşu ve sürekli heyelana maruz kalması, bu ailelerin göç kararını almalarında etken olur. Ve içlerinden yıllarca söküp atamayacakları bir acıklı göç hikayesinin baş kahramanları olarak bir bilinmeze doğru yollara dökülürler. Bu yolculuğun öyle yaylaya göçmek gibi olmadığını anlamaları uzun sürmez. Devlet güvencesi altında olduklarını düşünen Sürmeneli göçmenler, başka bir iklime, başka bir kültüre,  başka bir geleceğe doğru yelken açarlar. Ancak kayıklarla adaya çıktıklarındaysa Gökçeadalı Rumların tepkileriyle karşılaşırlar. İki tarafın karşılıklı önyargıları ortadan kaldırmaları biraz zaman alır, ama zamanla iki toplum bir arada yaşama kültürünün örneğini oluşturur. O tarihten sonra Gökçeada Türkiye’nin dört bir yanından sürekli iç göç alır.  

 Yıl 1973, Trabzon’un küçük ilçesi Çaykara’nın en büyük köyü Şahinkaya…Karadeniz’de bitmek bilmeyen heyelanlar ve afetler nedeniyle sürekli göç veren bir köy. Şahinkaya köyünden 61 hane, 1400 km. uzağa Gökçeada’ya yerleştirilmek üzere, büyük bir devlet töreniyle kemençe ve horon eşliğinde uğurlanır.  Adada sonradan geldikleri köyün adını alacak olan bölgeye yerleştirilirler. Her şey ilk göçten daha kolay ilerlemektedir. 
Bir ada iki göç… İki göç arasında geçen 26 yıl… İlk göç sarsıcı etkiler bırakırken, ikinci göç en iyi şekilde organize edilmiş, devlet bir nevi geçmişin hatalarını düzeltme çabası göstermiştir. 

Biz, göçü hep tek taraflı olarak, yani adalı Rum halkın cephesinden-gidenlerin çerçevesinden  gördük, duyduk ve izledik. Evet, yaşananlar acı ve yüz kızartıcıydı zaman zaman. Ama adaya göçenlerin yani gelenlerin cephesinden hiç dönüp bakmadık. Hele de aynı bölgeden Karadeniz’den 1400 km. uzağa nasıl, hangi koşullarda göçmüştü bu halk? Yaylalardan yayılan orman gülünün kokusunu almadan, kemençe sesi duymadan, derelerin çağıltısını hissetmeden geçen yıllara rağmen  Karadenizli kimliğini korumaya çalışan yeni ada sakinleri …
    
    BİR ADA İKİ GÖÇ belgeseli, Karadeniz'den Gökçeada'ya uzanan kimi zaman hüzünlü, kimi zaman eğlenceli, kimi zaman da coşkulu iki göçün hikayesini kahramanlarının ağzından anlatmaktadır. 
 

Son Güncelleme: 05 Temmuz 2018 15:15

Mor Menekşeler

1950-1971 yılları arasında Ankara’da geçen Mor Menekşeler dizisi, yakın arkadaş olan, henüz yirmili yaşlarının başındaki üç delikanlının hikâyesini ekrana getiriyor.

Babalarını aynı iş kazasında kaybeden Hayali Ömer, Kabadayı Akif ve Sarı Fikret kardeş gibi büyümüşlerdir. Bir kenar mahalle olan Eskitepe’de geçen hikâyede, üç genç, başta Yorgancı İshak olmak üzere, mahallelinin maddi ve manevi yardımlarıyla yetişmişlerdir.

Kavgacı ve dayanışmacı Eskitepe de, dizinin ana karakterlerinden biridir. Üç gencin delikanlılıktan kabadayılığa uzanan çarpıcı serüvenleri; aşk acısı, ihanet, zorbalık ve şiddetle harmanlanır. Ankara’nın namlı kabadayılarından Fakir Şükrü ve yeğeni Dedo ile karşılaşmaları onların kaderlerini değiştirir. Dedo, amcasının kanun dışı işlerinden edindiği serveti ve caydırıcı gücü, ticaret ve siyasetle arttırmaya çalışır. Üç Eskitepeli genç, Fakir Şükrü ile Dedo’nun hizmetine girerler. Bu yeni başlangıç, her üçünü de ahlaki ve vicdani yönden etkiler, giderek birbirlerine düşmanlık beslerler. Dizi, erkekler dünyasını temel alırken, aynı zamanda, Cevriye, Gecekuşu Sabiha, Köfte Leman, Samsunlu Hayriye, Terzi Faika Hanım gibi güçlü ve renkli kadınların hikâyelerini de anlatır.

Mor Menekşeler, Demokrat Parti’nin yıldızının parladığı dönemde geçer. O yılların siyasi iklimi, gündelik yaşamın dönüşümü, futbol ve yer altı dünyasından da  kesitler sunar.
 

Son Güncelleme: 18 Mayıs 2017 17:02

Mavi Kelebekler

Savaşlar er ya da geç biter. İnsanlık için bitmeyen savaş, asıl o zaman başlar… Mavi Kelebekler'de 1992-1995 yılları arasında Bosna'da yaşananlar ekrana geliyor. Yakın tarihimizin en karanlık sayfalarından biri olan Bosna Savaşı'nda yaklaşık 312.000 insan ölmüş, milyonlarca insan yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmıştır. Dizide; lise son sınıf öğrencisi, güzeller güzeli Aida ile doktor adayı Murat’ın yaşadığı aşk ve verdikleri özgürlük mücadelesi ekrana geliyor… Karşılıksız sevdin mi hiç? Derya İstanbullu… Tıp fakültesinden Murat’ın sınıf arkadaşı. Varlıklı bir ailenin kızı ve Murat’a âşık… Yol yordam bilen, bilgili, kültürlü bir kız. Gözük kara, lider vasıflı… Bosna’da yapılacak yardımda öne atılacak, Müslüman Türk kızı olarak birçok kişinin takdirini kazanacaktır. Murat, Aida ve Marko… Bir de Derya… İşte bu dörtlünün ilişkilerindeki çelişki ve çıkmazlarla, dönülmez yollarla örülüyor dizinin bölümleri… Yaman çelişkilere, savaşın kanı ve barutun kokusu eklenince, alışılmışın dışında olaylar zinciriyle çevrili bir seyirlik çıkıyor ortaya… Savaşın bilinen acımasız gerçekliğine rağmen, dizinin merak unsuru da, vurgulayacağımız farklı içerikten kaynaklanıyor. Savaşla iç içe üç yıl yaşamış mağdur ve mazlum diğer kişilere gelince, onlar da yine Bosna’dan ve Türkiye’den… Kimisi Aida’nın, kimisi Murat’ın, kimisi de Marko ve Derya’nın yakın çevresinden… Anne ve babaları, kardeş ve akrabaları, dost ve yakınları… Çetnikler, keskin nişancılar ve savaşı yöneten yüksek rütbeli komutanlar… Oyuncular:Oya Okar, Yunus Emre Yıldırımer, Cahit Gök, Gamze Topuz, Sarp Akkaya, Fikret Yıldırım Urağ, Itır Esen, İpek Tenolcay, Ruhi Sarı, Recep Aktuğ, Mehmet Ulay, Barış Çakmak, Münir Akça, Özgül Sağdıç, Bahar Yanılmaz, Suzan Kardeş, Reyhan İlhan, Yağız Atakan Savaş, Yiğit Kirazcı, Eren Hacısalihoğlu, Huban Öztoprak, Feyza Çıpa, Biğdem Karavus, Taner Turan, Fahri Öztezcan, Ege Gürel, Nurettin Sönmez ve Ahsen Yoldemir. Müzik: Kıraç

Son Güncelleme: 31 Mart 2017 15:19

Haberler